.

Nâzım’ı Kurtarmak: Nâzım Hikmet Dergisi

Esin Hamamcı

esin.hamamci@sanatkritik.com

Abdullah Ezik

abdullah.ezik@sanatkritik.com

Nazım Hikmet dergisi[1] 11 Mayıs 1950’de Nâzım Hikmet’in açlık grevine başlaması üzerine çıkan bir dergidir. İlk sayıda dergi şöyle tanımlanır: Nâzım’ın Uğradığı Haksızlıklarla Mücadele İçin Çıkan Fikir ve Politika Dergisi. Derginin sahibi ve yazı işlerini idare eden kişi M. Fahri Oktay’dır. Pazartesi ve Perşembe günleri çıkar. 

İlk sayfadaki Nâzım Öldürülmek İsteniyor yazısında Nazım Hikmet’in son durumuyla ilgili şu ifadelere yer verilir:

“Dünyanın dört tarafından bütün aydınların, bütün halkların gözleri şu anda İstanbul’a ve Ankara’ya çevrilmiş bir taraftan İstanbul’da dokuz gündür açlık grevine devam ederek iktidar makamlarından yıllardan beri kabul edilmeyen hakkını son olarak bu yoldan isteyen büyük insana hayatını, diğer taraftan Ankara’da bu tehlikeli ve tehlikeli olduğu kadar da zarurî olan hak arama çaresine karşı bütün unsurlarıyla sükût eden, en müşahhas hukukî delillere sadece bir göz yummayla cevap veren iktidar makamlarının bu mağlup halini her an en hassas bir dikkatle takip etmektedir.

Nazım Hikmet’in bir an önce bu durumdan kurtarılması için şairin doksan yaşındaki annesi Celile Hanım da açlık grevine girmiş, oğlunun kurtarılması için Köprü’de imza toplamaya başlamış ve bu, ilgi görünce polis tarafından merkeze götürülüp daha sonra serbest bırakılmıştır. 

Derginin ilk sayısının birinci sayfasındaki bir diğer yazı, Nazım Hikmet’i Kurtarınız İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği tarafından kaleme alınmış, İnsan Hakları Beyannamesi’ni imzalayan bir ülke olarak Nazım Hikmet’i içeride tutmanın adalete güveni sarsacağını söylemişlerdir. 

İkinci sayfada Nâzım Hikmet’in suçsuz yere, kanunsuz olarak mahkûm edildiği, gözler önünde yaşadığı zulmün bir an önce son bulması gerektiği söylenir ve Nâzım Hikmet’in o güne kadar başına neler gelenler on iki madde halinde anlatılır. Nazım, 13 yıl önce iki askerî mahkeme tarafından toplamda yirmi sekiz yıl dört ay ağır ceza hapsine mahkûm edilmiştir. Suçunun, hiç işlemediği, “askerî isyana teşvik” ve “komünistlik propagandası” olması sebebiyle tarihte misli görülmemiş bir haksızlığa uğradığının altı çizilir. 

Üçüncü sayfada, meşhur Amerikan şairi Joseph North’un Nâzım Hikmet’e yazdığı bir şiire yer verilmiştir. Aynı sayfada Nâzım Hikmet’in avukatı İrfan Emin Kösemihaloğlu ile yapılan bir söyleşiye yer verilmiştir. Burada avukat ile şair arasındaki mektuplaşmalardan ve dava sürecinden bahsedilir. Nâzım Hikmet’in daha önce de açlık grevine başvurduğu ancak iki defa kalp krizi geçirdiği için ara vermek zorunda kaldığını söyler. Şairin avukatıyla yaptığı mektuplaşmalardaki şu sözü kararında ne kadar katı olduğunu gösterir:

“Miskince bir ölüme razı olamadım, hürriyetim elimden alınmış, elimde yalnız hayatıma tasarruf yetkisi kalmıştı. Yazı ile yaptığım müracaatlar istediğim neticeyi vermeyince hayatımı son koz olarak kullanmaya karar verdim.”

Avukatı, derhal konu hakkında Ankara’ya başvurduğunu ancak ellerinden bir şey gelmeyeceğini bildirmiştir. Avukat İrfan Bey, buradan ümidi kesince Cumhurbaşkanı’na müracaat etmiştir. Başbakanlık’tan hemen bir geri bildirim almış, ertesi gün telefonla Ankara’ya davet edilmiştir. Milli Savunma ve Adalet Bakan’ıyla görüştüğünü ve sorunun çözülmesi için elinden geleni yapacaklarını bildirdiklerini söylemişlerdir. Bu sırada birkaç gün sonra af yasası çıkacağını öğrenen Nâzım Hikmet greve gerek görmez. Ancak o sırada meclis tatile girince açlık grevine başlar. Avukatın Ankara ile görüşmeleri sonucunda Ceza Mahkemeleri’ni usulü kanununun 339. maddesine göre “Mahkûmun ciddî bir tehlike teşkil ederse infaz işi iyileşmesinden sonraya bırakılır.” ibaresiyle Nâzım Hikmet Bursa Memleket Hastahanesi’ne sevk edilir. Burada İstanbul’a sevk edilmesine lüzum görülmüştür ve yine bu maddeye bağlı olarak durumu tekrar düşünmeleri üzerine işi Adlî Tıp Merkezi’ne bırakmıştır. Üç ay tedavi görmesi ve devamında hastalıkları devam ettiği takdirde bu maddenin uygulanacağı öğrenilir. Nâzım Hikmet’in bu duruma cevabı “her ne olursa olsun hastaneye gitmeyeceğim” olur. Gazetelerde ise şu yazısı yayımlanır:

“Açlık grevinin seyri esnasında müdahalelerden korunamayacak kadar zayıf düştüğüm ve kendimi kaybettiğim zaman, cebren [zorla] beslenirsem, kendime gelir gelmez, greve tekrar devam edeceğimi, ölümüme veyahut herhangi bir kanal yoluyla tahliyeme kadar bunun böyle sürüp gideceğini ayrıca bildiririm.”

Avukatı bu mektubu alır almaz Ankara’ya Sayın Cumhurbaşkanı’na koştuğunu söyler. Kendisi özellikle 339. madde hakkında görüşüp, Nâzım Hikmet’in dayanacak gücünün kalmadığını, halihazırda on üç yıldır hapishane hayatı yaşadığını ve bunun çok sarsıcı bir süreç olduğunu söyler. İrfan Emin, Nâzım Hikmet’in vaziyetinden son derece rahatsızlık duymaktadır. Ateşinin otuz altıdan aşağı düştüğünü, midesinde hiçbir şey hissetmediğini, beynine uyuşma geldiğini, gazetelere çıkan “kahve içiyor” söylentilerinden üzgün olduğunu söyler. Nâzım’ın grevden vazgeçmeyeceğini anlamıştır. Ankara’nın taleplerini reddettiğini belirtir. İyi bir hastaneye naklini ister. 

Nâzım Hikmet dergisinin bu ilk sayısı onun Ceviz Ağacı ile Topal Yunus’un Hikâyesi şiiri ile bitirilir.

15 Mayıs 1950’de derginin ikinci sayısı “Sen Bize İnsanları Sevmeyi Öğrettin, Sen Bize İnsanların Saadeti İçin Dövüşmeyi Öğrettin, Biz Bunun İçin Savaşıyoruz!” sloganıyla çıkar. İlk sayfada Nâzım Hikmet’in son durumuna ilişkin bir yazı ve Korku isimli şiiri yayımlanır. İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği, Nâzım Hikmet’in kurtarılması hakkında yayımladıkları beyannamenin toplatıldığını ancak mücadelelerinin devam edeceğini bildirirler. Üçüncü sayfada Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’in Nâzım Hikmet’e destek olmak için üç gün süreyle açlık grevine gittikleri, bu hareketin memleket ölçüsünde derin yankılar uyandırdığı yazılmıştır. Üç şairin beyanatı şu şekildedir:

“Durumun bir an önce düzeltilmesi için elân [hemen] harekete geçilmemesi, yetkili makamlar nezdinde yapılan memleket içi ve memleket dışı müracaatların bir netice vermemesi cemiyetimizi ağır bir sorumluluk altında bulundurmaktadır. Başladığı ikinci açlık grevi ile Nazım Hikmet’in her an ölüme yaklaşmakta bulunması karşısında Türk vatandaşı olarak, insan olarak ve meslektaş olarak yüklenilen soruma katılmadığımızı belirtir ve bu maksatla 12 Mayıs’ta başlamak üzere 3 gün aç durmaya karar verdik.” Gazetenin son sayfasında Sevinç Tanık’ın Nâzım Hikmet’e yazdığı bir mektubu yer alır.

18 Mayıs 1950’de yayımlanan üçüncü sayıda manşet “Açlık Grevinin 16. Günü On Binlerce İnsan İşlenen Bu Cinayeti Hükümete Haber Veriyor. Nâzım’ı Öldürmek İsteyenler Yargılanmalı!” olarak atılır. Bu sayıda Vâlâ Nurettin ile Nâzım Hikmet’in son durumu hakkında yapılan bir söyleşiye yer verilir. Vâlâ Nurettin, Nâzım Hikmet’in göz kapaklarında bariz bir kansızlık olduğundan, sekiz kilo verdiğinden, çok yorgun gözüktüğünden ancak ruhunun bünyesinden kuvvetli olduğundan, davasından vazgeçmediğinden bahseder. Nâzım Hikmet’i kurtarmanın herkese düşen bir görev olduğunu söyler. Kendisi bu yolda İsmet İnönü, Şemsettin Günaltay, Fuat Sirmen gibi isimlere müracaat etmiştir. Bu sayıda “Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim/ akar suyun” mısraıyla başlayan bir şiiri ve son sayfada Ölüme Dair isimli şiiri yayımlanır. 

23 Mayıs 1950’de yayımlanan dördüncü sayıda manşet şu şekildedir: “Hür Gençliğin ve Memleket Aydınlarının Teminatı ve Kanun Yolunun Açılmak Üzere Olduğu İnancı Karşısında Açlık Grevine Ara Verildi”

Bu haber büyük coşkuyla karşılanır. Vatansever Şair Ne Demektir? isimli bir yazı yayımlanır. Nâzım Hikmet’in geçirdiği tüm süreci anlatan yazılar yer alır. Derginin üçüncü sayfasında Avukat İrfan Emir’in dergiye gönderdiği mektup vardır. Burada “Memnun olacağınızı umduğum aşağıdaki haberin asılması suretiyle, elem duyan birçok dostları sevindireceğinize eminim.” ibaresi yer alır. Şu mektup ise dikkat çekicidir:

“Türk aydınları tarafından Nâzım Hikmet’e gönderilen mektubu aşağıya alıyoruz:

İktidar değiştiği için bugün haklı taleplerinizle ilgilenecek sorumlu makam henüz fiilen teşekkül etmemiştir. Yeni iktidar kuruluncaya kadar ve bu husustaki durum aydınlanıncaya kadar, açlık grevine fasıla vermenizi ısrarla rica ediyoruz.


Bu mektuba imza atan isimler şöyledir. Mümtaz Faik Fenik (Milletvekili, Zafer gazetesi başyazarı), Oktay Rıfat (Avukat), Ferid Alnar (Müzisyen), Ayhan Alnar (Müzisyen), İsmail Hakkı Balamir (Avukat), Cahit Sıtkı Tarancı (Şair), Niyazi Ağırnaslı (Avukat), Behçet Kamay, (Ankara Tıp Enstitüsü Direktörü), Melih Cevdet (Şair), Bedri Rahmi (Ressam), Cevdet Kudret (Muharrir), Vasfı Raşid (Profesör), Doktor Hüseyin Cahit Özen (Ankara Tıp Fakültesi Doçenti), Adnan Saygun (Müzisyen), Asım Ruacan (Ankara Barosu İkinci Başkanı), Doktor Kemal Narin, Ahmet Cevat Emre (Proseför), Sadun Arem (Siyasi Bilgiler Doçenti), Nazım Kamil Bayur (İş Bankası Müdürlerinden), Ahmet Evintan (Devlet Tiyatrosu sanatkârlarından), Güzin Dino (Doçent), Vâlâ Nureddin (Muharrir), Müzehher Vâ-Nû (Muharrir), Ulvi Uraz (Aktör). Gazetenin son sayfasında yine Nazım Hikmet’in Aşı şiirine yer verilmiştir.

30 Mayıs 1950’de çıkan beşinci sayının ilk sayfasında Nâzım Hikmet’in Yirminci Asra Dair, son sayfasında ise İkinci Dünya Savaşı Destanından şiirine yer verilmiştir. Nâzım Hikmet’le ilgili son haberler aktarılmaya devam edilir. Bu sayıda yine Nâzım Hikmet’e yazılmış mektuplara yer verilmiştir. Fransa’nın tanınmış gazetesi Le Figaro’nun edebiyat eki Le Figerro Litteraire’de 20 Mayıs 1950’de Nâzım Hikmet meselesi hakkında şunlar yazar: “Cumhurbaşkanı İnönü’ye hitaben, Fransız yazarlarından bir grup, şiddetli bir protesto telgrafı göndermiş bulunmaktadır.”

Bu telgrafı Nazım Hikmet dergisi şöyle değerlendirir: “Altında, Fransa’nın en tanınmış imzaları bulunan bu telgrafın önemi üzerine duracak değiliz. Dünya kültürü ile yakından veya uzaktan ilgili olan herkes, bu isimlerin çeşitli düşünce ve parti taraflısı yazar ve sanatkârların davranışını aksettirdiğini bilir. Nazım Hikmet’in hürriyete kavuşması, Türk sanatının olduğu kadar, bütün dünyanın da meselesi haline gelmiştir.” Fransız gazetesinde telgrafa imza atan isimler şunlardır: Simone de Beauvoir, Claude Bourdet, Francis Carco, Louis Guilloux, Michel Leiris Leopold- Levy, Merleau Ponty, Jacques Prévert, Raymonda Queneau, Ribemont. Dessaignes, Jean Rostand, Armand Salacrou, Jean-Paul Sarte, Jean Schlumberger, Jules Supervielle, Vercorrs, Jean Wahl.

6 Haziran 1950’de Nazım Hikmet’in altıncı sayısı okurla buluşur. Derginin bu sayısının kapağında aslında tüm meclis ve hükÜmete sorulan bir soru vardır: Hukuksuz bir şekilde içeri atılan Nâzım Hikmet’e kimlerin destek olacağı sorulur. Milyonlarca insanın ve ülke aydınlarının “kanun müdafileri”nden bu sorunun cevabını beklediği açıkça belirtilir. Dergi aracılığıyla aslında her hafta yinelenen bu soru, cevabını bir türlü bulamaz.

Derginin altıncı sayısında Nazım Hikmet’in hapisten çıkarılmasını isteyen aydınların güncel bir listesi verilir. Bu, aslında bir önceki sayıda yer verilen mektuba imza atan isimlerden oluşan bir listedir. Yine burada Adnan Adıvar, Halide Edip, İsmail Hikmet Ertaylan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Neyzen Tevfik, Mustafa Şekip Tunç, Peride Celâl, Ali Fuat Başgil, Hilmi Ziya Ülken, Berna Moran, Burhan Arpad, Mustafa Şekip Tunç gibi onlarca ismin imzası vardır. 

Bu liste için bkz (derginin 2. Sayfasında): (https://www.tustav.org/yayinlar/sureli_yayinlar/nazim_hikmet/6_haziran_1950.pdf)

Tiyatroculardan memurlara kadar halkın birçok farklı kesiminden insan bu hukuksuz yargılamanın son bulmasını ve bir an önce Nâzım Hikmet’in serbest bırakılmasını ister.

Bu sayı içerisinde Kıbrıslılar’ın Cumhurbaşkanı’na Gönderdikleri Mektup da oldukça dikkat çekicidir. Mektupta Kıbrıs’ta yaşayan halkın da bu hukuksuz eylemi protesto ettikleri belirtilir ve Cumhurbaşkanı’ndan bu yargılamaları durdurması istenir. Sayı içerisinde ayrıca Nâzım Hikmet’in sanatına dair küçük notlara  yer verilir, Nâzım Hikmet’in “İstiklal Savaşı Destanı” isimli şiiri de yayımlanarak onun halk nezdinde ne derece sevilen biri olduğu vurgulanır.

13 Haziran 1950’de yayımlanan derginin yedinci sayısı, Adalet Savaşı Devam Ediyor başlığıyla tam sayfa olarak yine davayı gündeme getirir. Nâzım Hikmet’in büyük boy bir portresini de içeren sayfa, Nâzım Hikmet’in 1936’dan önce yayımlanan yazılarından çeşitli örnek ve alıntıları da okurla buluşturur.

Bu sayıda İrfan Emin’in Nâzım Hikmet ile ilgili sorulan sorulara verdiği cevaplar paylaşılır. Davayı genel olarak ele alan Emin, aynı zamanda bu hukuksuz uygulamanın şairi psikolojik olarak da etkilediğini belirtir. Emin, “milletin mümtaz seciyesi”nin [asil karakterinin] önemli olduğunu vurgular ve  birtakım kimseler tarafından Nâzım Hikmet’le hiç alakası olmayan yazılar yazıldığını ifade eder. Bu yazılar şaire zarar vermekte, bunları yazan kişilerin onu aslında hiç tanımadıklarını açıkça ortaya koymaktadır.

Bu sayıda da daha önce okurla buluşmaya başlanan İstiklal Savaşı Destanı’nın yayımı sürdürülür. Ayrıca Nazım Hikmet’i Düşünmek isimli küçük bir metin derginin üçüncü sayfasına yerleştirilir.

Nazım Hikmet dergisinin yedinci sayısındaki bir başka önemli yazı Dünya Nâzım’ın Kurtuluşunu İstiyor başlığını taşır. Bu yazıda yabancı ülkelerde bu davaya ve Nâzım Hikmet’e nasıl bakıldığı, ne tür bir intibanın hakim olduğu vurgulanır. Bu temelden yoksun dava Fransa’dan Lübnan’a, Macaristan’dan İngiltere’ye, Irak’tan Suriye’ye kadar birçok memleket tarafından yakından takip edilmekte ve kınanmaktadır. Hükûmet tarafından durdurulmayan ve şairin açlık grevine de neden olan süreç, büyük protestoları da beraberinde sürüklemektedir.

Bu sayı, D.A. imzasıyla yayımlanan Nazım Hikmet’e isimli bir şiir ile son bulmaktadır.

20 Haziran 1950’de okurla buluşan derginin sekizinci sayısında Yeni İktidarın Da Belirttiği Gibi Her Şey Halk İçin ise Bu Adaletsizlik Kaldırılmalıdır başlıklı yazı ön plana çıkmaktadır. Yargılamanın baştan ayağa hukuksuz ve adaletsiz bir şekilde ilerlediğini belirten yazı, bu sürecin kimi kişi ve gruplarca manipüle edildiğini de belirtir. Bu dava, şairi destekleyenler tarafından “Hakikati ve Hakkı Gerçekleştirme Savaşı” olarak görülür ve oldukça önemsenir.

Nâzım Hikmet’in Nikbinlik isimli şiiri bu sayının ilk sayfasında okurla buluşturulur. Nâzım Hikmet’in 1936 öncesi nesirlerinden örnekler okurun beğenisine sunulmaya devam eder ve bu çerçevede Işık isimli metin yayımlanır. Bu sayıda tekrar usta şairin tüm mazlumların sesi olduğu ve hür insanları el ele birbirine bağlayan önemli bir isim olduğu üzerinde durulur.

Bu sayıda ön plana çıkan bir başka yazı ise Yeni Türk Hükûmeti Nazım Hikmet’i Kurtarabilecek mi?’dir. Yazı kapsamında dönemin hükûmeti değerlendirilir ve onların ne gibi bir politika güttükleri açıklanmaya çalışılır. C.H.P. bu dönemde “halkçı” ve “cumhuriyetçi” olmamakla eleştirilir. Partinin son dönemdeki faaliyetleri halk üzerinde olumsuz etkilere neden olmuş, masum insanların yok yere suçlanıp ceza almasına zemin hazırlamıştır.

Sekizinci sayıda ayrıca Nâzım Hikmet’in 1936’da kaleme aldığı ve farklı okumalara da açık bir masal olan “Az Gittiler Uz Gittiler” isimli metin paylaşılır. Yine Nâzım Hikmet’e adanan ve  İ.S. imzasıyla yayımlanan Hatıralar isimli şiir de derginin üçüncü sayfasında yer alır.

20 Haziran’da yayımlanan sayı bir de Yunan şaire ev sahipliği yapar. Melenas Loudemis isimli bir Yunan şairin Nazım Hikmet ve onun şiirinden etkilenerek kaleme aldığı “Hasta Şair’e” isimli şiir okurla buluşturulur. Şiirde Loudemis’in çizdiği Nâzım Hikmet portresindeki barışçıl ve destekleyici tavır oldukça dikkat çekicidir. Yunancadan çevrilerek yayımlanan şiir şu mısralarla son bulur:

“Mum sönmek üzere

Kendi hâline ağlıyor oda

……..

Kusura bakma arkadaş gardiyan geliyor

Söndü taşa diktiğim mum

Şahlan hayat

Bekliyorum”

Bu sayı Nâzım Hikmet’in ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduğunun belirtilmesiyle son bulur.

27 Haziran 1950’de yayımlanan Nazım Hikmet’in dokuzuncu sayısı, Davanın Korkunç İç Yüzünü Açıklıyoruz başlıklı yazıyla açılır. Yazıda faşizmin son dönemde oldukça kuvvetlendiği ve Nâzım Hikmet gibi barışçıl insanları hedef gösterdiği vurgulanır. “Ben faşistim!” diye yemin eden insanlar Türkiye ve dünya aleyhinde çalışmalar yürütmekte, ülkedeki adalet ve eşit koşullarda yaşama hürriyetine büyük oranda zarar vermektedir. Hükûmet de bu olanlardan suçlu bulunmakta, kimi zaman tüm olaylara yön veren bir baş aktör olarak gözükmektedir. Derginin bu sayısında 1937 ile 1950 yılı arasında Türkiye’nin geçirdiği değişim ele alınmakta, geçen 13 yılda bir ülkenin nasıl bu kadar geriye götürüldüğü üzerine tartışılmaktadır. Bu aynı zamanda usta şairin tutuklu bulunduğu süreyi de işaret etmekte, onsuz geçen karanlık tarihin tanıklığını yapmaktadır.

“Haberler” isimli bölümde yine dönemin öne çıkan gelişmeleri ve Nâzım Hikmet davasının dış basında nasıl bir intiba uyandırdığı anlatılmakta, Nâzım Hikmet’in çeşitli şiirlerinden örnekleri içeren sayıda, 13 yıldır tutuklu tutulan şairin geçirdiği zorlu sürece dikkat çekilerek onun hayatına kastedildiği vurgulanmaktadır.

Nazım Hikmet Öldürülemeyecektir başlıklı yazıda Türk halkının ve aydın kesimin Nâzım Hikmet’i destekledikleri ve onu hayatta tutmak için ellerinden gelen her şeyin yapılacağı üzerinde durulur. Ayrıca şairin yazı ve şiirlerinin de onu hayatta tutacağının, bu dava sürecinde Nâzım Hikmet’in milyonlarca yeni arkadaş kazandığının altı çizilir. 

Nazım Hikmet’in onuncu ve son sayısı 4 Temmuz 1950’de yayımlanır. Nazım Hikmet’i Mahkûm Eden Politika başlıklı yazı derginin ilk sayfasında okurla buluşturulur. “Demokrat rejim ile faşist rejim arasında” oldukça yakın bir durum olduğunu belirten yazı, her iki yönetimin de hukuku çiğnediğini ve kendi emellerine göre hareket ettiği üzerinde durur. Bu konuda Türkiye’de olanlar oldukça tepki çekmekte, gerek halk nezdinde gerekse uluslararası boyutta Türkiye’nin aleyhinde olmaktadır. Bu özgürlükten yoksun tutum ve sistem Türkiye’nin aydınlarını ortadan kaldırmaktadır.

Derginin ilk sayfasında okurla buluşan bir başka yazı ise Nazım Hikmet Davasına Ait Açıklamalar başlığını taşımaktadır. Bu yazı kapsamında Nâzım Hikmet’le aynı mahkemede yargılanan ve beş seneye mahkûm edilen Başçavuş Hüseyin Avni Durugün’ün yazdığı bir mektup okurla buluşturulur. Yazı kapsamında Durugün hem mahkeme heyetini hem de mahkeme sürecini değerlendirir ve başlarından geçenleri olduğu gibi mektubunda dile getirir. Bu mektup yargılama sürecinin nasıl işlediği ve mahkemenin ne denli hukuktan yoksun olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu sayıda ayrıca Milletlerarası Hukukçuların Cevapsız Bırakılan Müracaatı başlıklı bir habere de yer verilir. Bu haberde dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü’ye yazılan mektup yer almaktadır. Doğrudan bakana hitap eden mektup, Joe Nordmann tarafından kaleme alınmıştır. Mahkeme süreci ve Nâzım Hikmet’in neden tutuklu olduğunun sorgulandığı mektup cevapsız bırakılmıştır. Nordmann ve arkadaşları tarafından yapılan görüşme teklifi de benzer şekilde cevapsız bırakılmış, bu konuda hiçbir mektup ve talebe cevap verilmemiştir. 

Onuncu sayı kapsamında ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a başlıklı bir mektuba daha yer verilmektedir. “Ekselansları’na” diye başlayan mektupta davayla ilgili karanlık noktalar dile getirilmekte, Nazım Hikmet’in neden yargılandığı tekrar sorulmaktadır. Bu sayıda Nazım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı’ndan çeşitli bölümler tam sayfa olarak ikinci ve üçüncü sayfalarda okurla buluşturulmaktadır. Bu şiire paralel olarak şairin başka metinlerinden de örnekler sunulmakta, daha önceki sayılarda olduğu gibi Nâzım Hikmet’in eski tarihli metinlerinden seçkilere yer verilmektedir.

Son olarak derginin üçüncü ve sonuncu sayfalarında davaya dış basında ve ülkerde ne gibi tepkiler verildiğini içeren yeni haberler yer almakta, davaya dair son açıklamalar ön plana çıkarılmaktadır. 

Dergi, dördüncü sayfada yer alan Nazım’ı Mahkum Eden Politika başlıklı makaleyle son bulmaktadır. Yayımlanmaya daha önce başlanan ve bu sayıda da devam eden yazı, davanın son durumuyla ilgili basında ve halk arasında ne düşünüldüğüne dair önemli bir fikir vermektedir. Bu hoşnutsuzluk ve adaletsizlik, Türkiye’nin hem aydın kesiminde hem de halkta büyük bir memnuniyetsizliğe neden olmaktadır.


[1] TÜSTAV Arşivi’nden yararlanılarak hazırlanmıştır.